NEW YORK —
Stanford Üniversitesi’nden Profesör Mark Jacobson, Amerikalı ünlü talk-show ustası David Letterman’ın programına konuk olan belki de tek mühendistir. Geçen Ekim ayında Amerika’nın CBS kanalında yayınlanan talk-show programına katılan Jacobson, çalışmalarını anlattı. Rüzgar, su ve güneş enerjisinin dünyada ve Amerika’da neredeyse tüm fosil yakıtların yerini alabileceği öngörüsünde bulunan Jacobson, bu şekilde çevre ve insan sağlığını korurken istihdam da yaratılabileceğini söyledi.
Jacobson’ın Cornell Üniversitesi’nden meslektaşlarıyla hazırladığı ve Enerji Politikası dergisinde yayınlanan son rapor, New York’ta 2030 yılına kadar rüzgar, su ve güneş enerjisine geçebilme planını ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Mühendislerin yaptığı hesaba göre, New York eyaletinde, elektrikli olmak kaydıyla tüm arabaları çalıştırmaya yetecek kadar yenilenebilir enerji üretilecek.
Stanford ve Cornell Üniversitesi profesörlerinin yenilenebilir enerjiye geçişle ilgili yol haritası çoğunluğu Atlas Okyanusu kıyılarında olmak üzere binlerce rüzgar türbini kurulmasını, güneş ve foto-voltaik elektrik santralları inşa edilmesini, beş buçuk milyon binanın çatısına özel sistemler kurulmasını, okyanustaki gel-git ve dalga gücünü algılayan aygıtlar kullanılmasını, jeotermal santrallar ve yeni hidroelektrik santral yapımını gerektiriyor. Bunları gerçekleştirmek içinse New York’un toplam arazisinin sadece yüzde birinin kullanılması öngörülüyor.
En iyi, en temiz ve en sürdürülebilir enerji teknolojileri üzerinde çalıştıklarını söyleyen Profesör Jacobson, bu teknolojilerin insan sağlığı, su kaynakları, iklim değişikliği gibi alanlarda olumlu etki yapmasının yanında, enerji fiyatlarında istikrarı da sağlayacağını söylüyor. Sonuçta rüzgar ve güneş ışığının hiç bir maliyeti yok, yani tek maliyet altyapının inşa edilmesi olacak.
Jacobson ve meslektaşları bu projenin önündeki engelin teknolojik değil siyasi olduğunu söylüyor.
Stanford Üniversitesi profesörü “Bu projeden yararlanmayan ve dolayısıyla projeye olumsuz bakan çok sayıda sektör var. Gaz, kömür ve petrol gibi fosil enerji sektörlerinin yanında nükleer ve biyoyakıt teknolojilerini de dışlıyoruz. Çünkü bunlar bizim odaklandığımız enerji kaynakları kadar temiz değil” diyor.
Profesör Mark Jacobson, madenciliğin ve yenilenemeyen bir kaynak olan uranyumun rafine edilmesinin artan maliyeti nedeniyle nükleer enerjiyi araştırma dışında tuttuklarını söylüyor. Ayrıca bu enerji türü nükleer silah geliştirme riskini de arttırıyor.
Mevcut olan tüm nükleer reaktörlerin yüzde bir buçuğunda tehlikeli düzeylerde erime meydana geldiğini ve bunun da daha başka felaketlere neden olabileceğini belirten Jacobson “Rüzgar veya güneş enerjisi böyle bir risk yaratmıyor” diyor.
Jacobson ve yenilenebilir enerji raporunun diğer yazarları, New York için yaptıkları çalışmanın bir benzerini California için de yayınlamışlar. Önümüzdeki aylarda uzmanlar, araştırmalarını Amerika’nın tüm eyaletlerine taşımayı planlıyor.
Columbia Üniversitesi Çevre Mühendisliği bölümünden Vasilis Fthenakis, Jacobson’un araştırmasına benzer bir değerlendirme yapmış. Fthenakis’in önerisi rüzgar enerjisine Jacobson’a göre daha az odaklanırken, Amerika’nın en güneşli bölgelerine yüksek voltajlı akım hatları kullanan ve güneş enerjisiyle çalışan elektrik santrallar kurulmasına ağırlık veriyor.
Jacobson’ın projesinin teknolojik açıdan gerçekçi olduğunu söyleyen Fthenakis, ancak kıyılara rüzgar türbinleri inşa etme fikrinin sahil kasabalarında direnişle karşılaşabileceğine dikkati çekiyor.
Jacobson’ın Cornell Üniversitesi’nden meslektaşlarıyla hazırladığı ve Enerji Politikası dergisinde yayınlanan son rapor, New York’ta 2030 yılına kadar rüzgar, su ve güneş enerjisine geçebilme planını ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Mühendislerin yaptığı hesaba göre, New York eyaletinde, elektrikli olmak kaydıyla tüm arabaları çalıştırmaya yetecek kadar yenilenebilir enerji üretilecek.
Stanford ve Cornell Üniversitesi profesörlerinin yenilenebilir enerjiye geçişle ilgili yol haritası çoğunluğu Atlas Okyanusu kıyılarında olmak üzere binlerce rüzgar türbini kurulmasını, güneş ve foto-voltaik elektrik santralları inşa edilmesini, beş buçuk milyon binanın çatısına özel sistemler kurulmasını, okyanustaki gel-git ve dalga gücünü algılayan aygıtlar kullanılmasını, jeotermal santrallar ve yeni hidroelektrik santral yapımını gerektiriyor. Bunları gerçekleştirmek içinse New York’un toplam arazisinin sadece yüzde birinin kullanılması öngörülüyor.
En iyi, en temiz ve en sürdürülebilir enerji teknolojileri üzerinde çalıştıklarını söyleyen Profesör Jacobson, bu teknolojilerin insan sağlığı, su kaynakları, iklim değişikliği gibi alanlarda olumlu etki yapmasının yanında, enerji fiyatlarında istikrarı da sağlayacağını söylüyor. Sonuçta rüzgar ve güneş ışığının hiç bir maliyeti yok, yani tek maliyet altyapının inşa edilmesi olacak.
Jacobson ve meslektaşları bu projenin önündeki engelin teknolojik değil siyasi olduğunu söylüyor.
Stanford Üniversitesi profesörü “Bu projeden yararlanmayan ve dolayısıyla projeye olumsuz bakan çok sayıda sektör var. Gaz, kömür ve petrol gibi fosil enerji sektörlerinin yanında nükleer ve biyoyakıt teknolojilerini de dışlıyoruz. Çünkü bunlar bizim odaklandığımız enerji kaynakları kadar temiz değil” diyor.
Profesör Mark Jacobson, madenciliğin ve yenilenemeyen bir kaynak olan uranyumun rafine edilmesinin artan maliyeti nedeniyle nükleer enerjiyi araştırma dışında tuttuklarını söylüyor. Ayrıca bu enerji türü nükleer silah geliştirme riskini de arttırıyor.
Mevcut olan tüm nükleer reaktörlerin yüzde bir buçuğunda tehlikeli düzeylerde erime meydana geldiğini ve bunun da daha başka felaketlere neden olabileceğini belirten Jacobson “Rüzgar veya güneş enerjisi böyle bir risk yaratmıyor” diyor.
Jacobson ve yenilenebilir enerji raporunun diğer yazarları, New York için yaptıkları çalışmanın bir benzerini California için de yayınlamışlar. Önümüzdeki aylarda uzmanlar, araştırmalarını Amerika’nın tüm eyaletlerine taşımayı planlıyor.
Columbia Üniversitesi Çevre Mühendisliği bölümünden Vasilis Fthenakis, Jacobson’un araştırmasına benzer bir değerlendirme yapmış. Fthenakis’in önerisi rüzgar enerjisine Jacobson’a göre daha az odaklanırken, Amerika’nın en güneşli bölgelerine yüksek voltajlı akım hatları kullanan ve güneş enerjisiyle çalışan elektrik santrallar kurulmasına ağırlık veriyor.
Jacobson’ın projesinin teknolojik açıdan gerçekçi olduğunu söyleyen Fthenakis, ancak kıyılara rüzgar türbinleri inşa etme fikrinin sahil kasabalarında direnişle karşılaşabileceğine dikkati çekiyor.