Anayasa hukuku uzmanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, 31 Mart seçimleri sonrasında yaşanan süreci Kitap Fuarı için geldiği İzmir’de VOA Türkçe’ye değerlendirdi. AK Parti’nin itiraz hakkını kötüye kullandığını söyleyen CHP İstanbul Milletvekili Kaboğlu, YSK’nın Kanun Hükmünde Kararname ile görevlerinden uzaklaştırılan adaylar yerine ikinci olan adayı belediye başkanlığına getirme kararını ise skandal olarak nitelendirdi.
- İstanbul’da hala oy sayımı devam ediyor. Bir hukukçu olarak süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
“1 Nisan İstanbul İl Seçim Kurulu tutanağına göre, Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıdır. İstanbul İl Seçim Kurulu’nun yapması gereken şey, İmamoğlu’na mazbatasını vermekti. Fakat AK Parti ve kurmayları sürekli itirazlarda bulundu ve adeta başvuru hakkını, itiraz hakkını kötüye kullandı. Süre dolduğu halde hala itiraz süreci işletiliyor. Bunun özeti, AK Parti sahip olduğu İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki makamını, kendi gücünü karşı tarafa devretmek istemiyor. Şu andaki şeyin özeti budur.”
- Ama AK Parti bu itirazlarla anayasal ve yasal hakkını kullanmıyor mu?
“Hiç kuşkusuz. Yasal ve anayasal bir hakkını kullandı. Fakat, halkın iradesi sandıkta belli olur. Eğer bir aksama varsa o zaman sandık başında bunlar dile getirilir. Sandıkta bu tür şikayetler dile getirilmediği halde, sonuçlar belli olmaya başlayınca, yani çoğunluktan azınlığa düşüldüğü belli olunca sürekli şikayet etmek, sürekli yeni kanıtlar çıkarmaya çalışmak, sürekli yargıçları zorlamak, dosyalarla boğmak esasen itiraz hakkını, başvuru hakkını kötüye kullanmak demektir. Türkiye’de son on gündür tanık olduğumuz budur. Yoksa anayasal hakkın kullanılması tabii ki son derece doğaldır ve gereklidir.”
“Anayasal yasakların genişletilmesi mümkün değildir”
- YSK’nın KHK ile görevden alınan adaylara ilişkin kararı hukukla ne ölçüde uyumlu?
"Bir kere Yüksek Seçim Kurulu (YSK) bu sürekli itirazlar karşısında daha tutarlı davranmalıydı. Eğer daha tutarlı davranmış olsaydı, şimdiye kadar seçimleri noktalamış olurdu. Fakat o konuda tutarlı davranmasını beklerken bir skandal karar aldı. O da Kanun Hükmündeki Kararnamelerin (KHK) ek listelerinde adları yer alan ve seçilmiş olan belediye başkan adaylarının seçilmişliğini kabul etmemesi.
Bu, şu bakımdan kabul edilebilir değildir; Birincisi bu kişiler daha birkaç hafta önce adaylık başvuruları kabul edilen kişilerdi ve özgeçmişlerinde bunlar biliniyordu, açıktı. O zaman adaylıkları kabul edilen, başkan olma umudu kendilerine verilen kişilere, bu kadar kampanya yaptıktan ve seçildikten sonra “hayır, siz başkan olamazsınız” demek bir kere hukukun temel ilkelerine aykırı. İkincisi, bir kişinin hangi nedenlerle seçilme hakkından yoksun kılınabileceği anayasada ve anayasanın yasalara yollama yaptığı hükümlerinde yazılıyor. Anayasal yasakların genişletilmesi mümkün değildir. Anayasada ve ilgili yasalarda “KHK ek listelerinde adları yer alan kişiler belediye başkanı olamaz” diye bir hüküm yok. Özellikle bu bakımdan YSK’nın kararı yanlıştır. Üçüncüsü, çok daha yanlış olan husus ise, hem seçimi kazanmış bu kişilerin başkanlıklarını kabul etmiyor. Bununla yetinmeksizin, ikinci sıradaki adayları, azınlıkta kalmış, örneğin yüzde 20-25 oy almış olan adayları başkanlık koltuğuna oturtuyor. Hayır, bu mümkün değildir. Adaylığını kabul ettiği kişi belediye başkanlığı koltuğuna oturacak. Onu yapmıyorsa seçimler yenilenecek. Üçüncü bir kişiyi koltuğa oturtamazsın."
- Ama YSK şu anda ikinci olan adayın koltuğa oturması yönünde karar aldı…
"Oturttular ama muhtemelen adaylar itirazda bulunacaklardır. Gerekli başvuru yollarını kullanacaklardır. Bu sorunun çözülmesi gerekir."
“Seçim sonuçları hukuk umudunu yeşertmek açısından önemli”
- Özellikle Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş sonrasında yargının bağımsızlığı tartışması daha da arttı. Bu sistemde yargı ne kadar bağımsız?
"Cumhurbaşkanlığı sistemi adı verilen ama aslında tek kişinin yönetimini ifade eden 2017 anayasa değişikliğine yöneltilen en önemli eleştiri, bu anayasal düzenin erkler ayrılığını zedeleyeceği ve yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracağı yönündeydi. Özellikle anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği 9 Temmuz’dan sonra tanık olduğumuz ve son günlerde de gördüğümüz gibi yargı bağımsızlığı ciddi bir sorundur. Bu anayasal düzen devam ettiği sürece bu sorunları yaşayacağız. O bakımdan siyasal iktidarın, parlamentodaki çoğunluk dengesinin değişmesi gerekiyor. Şu anda kendisine Cumhur İttifakı adı verilen AKP-MHP ittifakı parlamentoyu bloke ediyor. Bu çoğunluğu değiştirebildiğimiz ölçüde, dengeyi demokrasi yönüne değiştirebildiğimiz ölçüde, eğer önümüzdeki yıllarda anayasa değişikliği de gerçekleştirebilirsek Türkiye’de yargı bağımsızlığına dayalı hukuk umudunu yeşertebiliriz ve pekiştirebiliriz diye düşünüyorum. İşte 31 Mart seçimleri, aldığımız sonuçlar itibariyle böyle bir umudun doğmuş olması, halka ‘Türkiye’de siyasal münabeve (nöbetleşme) kapısı açıktır’ şeklinde bir inanç ve güvenin verilmesi açısından çok önemlidir.”