İzmir Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde düzenlenen Uluslararası İzmir Alevilik-Bektaşilik Günleri’nin bu yıl ikincisi yapıldı. 1-3 Ekim tarihleri arasındaki programda, Türkiye’nin ve dünyanın farklı bölgelerinden Alevi toplumunun temsilcileri sempozyum, semah gösterisi ve konser etkinliğinde bir araya geldi.
Program kapsamında Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde 2. Uluslararası Alevi Ritüelleri Sempozyumu yapıldı. 1-2 Ekim tarihlerindeki sempozyuma Türkiye’nin yanı sıra ABD, Kanada, İngiltere, Avusturya, Polonya, Bulgaristan ve Azerbaycan’dan Alevi ritüelleri konusunda uzman bilimadamları katıldı. Sempozyumun ardından Türkiye ve Bulgaristan’da yerleşik altı Alevi topluluğunun geleneksel cem semahlarını icra ettiği “Aşkla Semaha Dönenler” etkinliği yapıldı. Programın son günündeyse, Alevi müziğinin önemli icracılarından Erdal Erzincan ve Ender Balkır’ın sahne alacağı “Aşkla Deyişler” etkinliği vardı.
Semah icrası etkinliğinde konuşma yapan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Alevilik-Bektaşilik Günleri’yle Alevi kültürünün güzelliğini dört bir yana göstermek istediklerini dile getirdi. İzmir’in Alevilerin gönüllerince yaşadığı bir yuva olduğunu belirten Soyer, “İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak İzmir’de yaşayan herkes gibi Alevilerin de kendi kimlikleriyle inanç ve ritüelleriyle özgürce yaşaması için çalışıyoruz. Cemevlerinin resmi imar planlarında ibadethane olarak tanımlanması, bu duruşumuzun bir göstergesidir. Farklılıklarımızı birer ayrışma ve korku unsuru değil, güçlü bir toplum yaratmanın temel koşulu olarak görüyoruz” dedi.
“Alevilik diye bir inanç yokmuş gibi bir duruş sergileniyor”
Semah icrasına katılan İzmir Narlıdere’deki cemevinin ya da resmi adıyla Alevi Bektaşi Kültür Tanıtma Derneği’nin başkanı Mustafa Aslan, VOA Türkçe’nin sorularını yanıtladı. Türkiye’deki Alevilerin otuz yıldır dile getirdikleri taleplerin henüz karşılık bulmadığını söyleyen Aslan, “Sorunlarımız açık ve net. Birincisi, bu ülkede bu inancın henüz tanınmaması, yok sayılması. Alevilik diye bir inanç yokmuş gibi bir duruş sergileniyor. Ülkeyi yöneten tüm iktidarlar bugüne kadar ‘bu ülkenin yüzde 99'u Müslüman’ deyip diğer inanç topluluklarını hep yok saydılar. Bunlar içinde Alevileri de yok saydılar. Bizim bu ülkede yıllardır talebimiz, Alevi inancımız anayasal güvence altına alınsın. İbadet yerimiz olan cemevlerimizin tanınmasını istiyoruz” dedi.
Okullarda zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin de kaldırılmasını isteyen Aslan, “Çocuklarımıza kendi inancı olmayan bir inancın, devletin milli eğitim kurumlarında zorunlu ders olarak dayatılmasını istemiyoruz. Dergahlarımızın, sahibi olan Alevilere iade edilmesini istiyoruz. Örneğin Alevilerin serçeşmesi olan Hacı Bektaş Veli Dergahı, Kültür Bakanlığı’nın müzesi olarak geçiyor ve Aleviler oraya ibadete gittiğinde para vererek müzeye giriyorlar. Diğer ibadetler, ibadethaneler veya dergahlara tanınan hakların aynısının bizlere de tanınmasını istiyoruz. Yani kısacası eşit yurttaşlık istiyoruz” diye konuştu.
“Diyanet'in kaldırılmasını istiyoruz”
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Alevilerin de temsil edileceği yeni bir yapıya dönüştürülmesini değil tamamen lağvedilmesini isteyen Aslan, “Türkiye Cumhuriyeti laik, sosyal, hukuk devleti ise devlet tarafından bütçesi ayrılan, özel makamlar verilen Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir dini kurumun olmasını istemiyoruz. Diyanet'in kaldırılmasını istiyoruz” sözlerini kullandı.
Alevilerin toplum içinde de ayrımcılık gördüğünü vurgulayan Aslan, “Öğrenci Alevinin sorunu var, işçi Alevinin sorunu var, akademisyen Alevinin sorunu var. Kamuda da özel sektörde de ayrımcılık var. Bu ayrımcılığın da toplumda kaldırılmasını talep ediyoruz. Biz bu ülkede varız. Bizi kabul edin, biz de sizdeniz.Sizler gibi bu ülkeye dair bir hayalimiz var, bir düşüncemiz var, bir ortak yaşam talebimiz var” dedi.
“Devlet, Aleviliği Sünni İslam’a yakın olduğu noktalarda inanç olarak görüyor”
Hükümetin demokratikleşme adımları attığı 2009'da düzenlenen ve dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile çok sayıda bakanın katıldığı Alevi çalıştaylarında da bu talepler ilk kez resmi düzeyde yüksek sesle dile getirilmişti. AKP’nin Alevi açılımıyla beklentiler bir dönem yükselse de bu taleplerden hiçbiri henüz hayata geçirilmiş değil.
İzmir Alevilik-Bektaşilik Günleri kapsamındaki sempozyuma konuşmacı olarak katılan İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Cemal Salman da devletin bakış açısından, Aleviliğin bir inanç sistemi olarak benimsenmediği görüşünde. VOA Türkçe’ye konuşan Salman, “Devletin nazarında Alevilik bu coğrafyada bir kültürel, folklorik grup olarak görülüyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti inanç kısmında, sadece Sünni İslam'la yakın olduğu noktalarda benimsiyor. Toplum önyargılı. Ama Aleviler bu çerçeveyle ciddi oranda sorunları olmamasına rağmen kendilerini herhangi bir tanımın içerisine sıkıştırılmış görmekten sıkılmış durumdalar. Aleviliği, Alevilik olarak tanımlıyorlar. Kendi içerisinde sürekleri olan, farklı yorumları olan bir inanç ve yüzyıllarca öyle süregelmiş. Kimisi İslam halifeleri döneminden başlatarak İslam'ın bir formu olarak görüyor. Kimisi bir kültür, yaşam tarzı olarak tanımlıyor. Kimisi muhalif bir kimlik olarak tanımlıyor. Ama bunların hiçbiri özünde birbirini götüren şeyler değil. Temel değerlerde buluştuğu noktalar var” diye konuştu.
Kırdan kente göçün Aleviliğe etkisi
Alevilerin köyden kente göç etmesi ve şehirleşmenin etkisiyle devletten beklentilerinin ortaya çıktığını söyleyen Salman, “Aleviliğin kırsal düzeninde, kendilerini buldukları kültürlerini, inançlarını, ritüellerini yaşattıkları temel düzen, ocak sistemiydi. Bütün ihtiyaçlarını da orada görüyorlardı. Bunu bir tür otonom ağ olarak görebiliriz. Bugün modern devletin sunduğu bütün hizmetleri kendi içerisinde örgütlemeye dayalı bir sistem bu. Şehirleşmeyle beraber, kentlere göçle beraber ilk çözülen de bu ağ oldu. Çünkü temel yapısını kır üzerine kurmuştu. Aleviler kırdan kente göç etmiş bütün toplulukların yaşadığı istihdam, konut bulma, yeni bir dille, yeni bir kültürle karşılaşma gibi temel sorunlara ek olarak kaybettikleri bu zemini de yeniden inşa etmenin yolunu aradılar” dedi. Salman, Türkiye’de ve Avrupa’da 80’li yılların sonunda ibadet, cenaze gibi inanç hizmetleri alabilmek için Alevi derneklerinin kurulmaya başlandığını ve vatandaş olarak haklarını aramaya başladıklarını da kaydetti.
Ancak Salman’a göre, Alevi toplumu kentlerde yaşayan gençlerin ve yeni kuşakların giderek Alevilikten uzaklaşmasından şikayetçi. Kente göç edilmesiyle Alevilikten savrulmaların geçmişte de yaşandığını belirten Salman, “Kırsal düzende bir Alevi birey, Aleviliğini tanımlamak üzerinden ilişki kurmaz. Zaten o toplumun içerisinde doğar ve yetişir. Gündelik hayatının tamamı Alevi dünyasının içerisinde geçer. Haliyle ayrıca kendini konumlandırabileceği bir kimlik aramasına ihtiyacı yok. Bunun sancılarını göçten itibaren yaşamış Alevi toplumu. İlk kuşakta özellikle bahsettiğimiz kurumların olmaması, kentte kendilerini ifade edebileceği mekanların, o mekanlarla beraber bir koruyucu ağın olmaması savrulmalara neden olmuş” diye konuştu.
“Alevi gençlerinde kültürüne ve kimliğine yönelme söz konusu”
Gençlerin yaşadıkları toplumda geçmişten gelen Alevi kurumlarını benimsemekte zorlandığını söyleyen Salman, “Bunda kurumların eksiklikleri de vardır. Özellikle belli bir yaşın üzerindeki dedelerin, inanç önderlerinin onlarla ortak dili kuramamasının etkisi vardır. Pek çok etmen sayılabilir. Ama bir yandan da dijital çağın, kent ortamının, yeni bilgi imkanının getirdiği avantajla ve dünyadaki kimlikçi hareketlerin yükselişinin de etkisiyle, özellikle son on yılda Alevi gençlerinde kültürüne ve kimliğine bir yönelme söz konusu. Bu bazen sadece sembolik nesneler üzerinden, örneğin Zülfikar takma ya da Alevi toplumlarında bulunma, sosyal medyada sembolleri, figürleri, kişileri kullanma gibi sadece kültürel düzeyde de olabiliyor. Sahiden bir inanç ihtiyacının içerisinde görüp inanç düzeyinde de olabiliyor. Bir politik kimlik olarak da kendisini konumlandırabiliyor ve bunu Alevilikle özdeşleştiriyor” ifadelerini kullandı.