Mona Amer, 11 Eylül 2001 tarihinde Toledo, Ohio’da yüksek lisans öğrencisiydi ve iki yolcu uçağı New York’taki Dünya Ticaret Merkezi kulelerine çarptığında dersteydi. Sınıf arkadaşları ve hocalarıyla birlikte olayları televizyondan dehşet içinde izledi.
“Binalar yıkılırken hissettiğim şoku, korkuyu, şaşkınlığı ve çaresizliği, itfaiyeci ve polislerin hayatları kurtarmak için koşuştuğunu hatırlıyorum” diye konuşan Amer, haber kanallarında uçakları kullananların Müslüman ve Arap kökenli oldukları yönünde yapılan spekülasyonların ardından dünyasının başına yıkıldığını söylüyor. O sırada haberleri izleyen herkesten koptuğunu hisseden Amer, “o anda, bundan sonra hayatımın değişeceğini biliyordum” diyor.
11 Eylül olayları dört ayrı eşgüdümlü saldırıdan oluştu. Hava korsanları iki yolcu uçağını Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerine yöneltti. Bir diğer uçak Pentagon’a düşerken, Kongre binası ya da Beyaz Saray’ı hedef alacağı düşünülen bir diğeri de Shanksville, Pennsylvania’da boş bir araziye düştü. Saldırılarda 3 bine yakın kişi öldü. Çoğu Suudi vatandaşı olduğu öğrenilen 19 hava korsanının daha sonra El Kaide örgütünün lideri Usame bin Ladin’le bağlantısı olduğu ortaya çıktı.
Başörtülü bir Müslüman kadın olarak Amer 11 Eylül’den önce de ayrımcılığa uğradığını, kiralık ev aramaya gittiğinde geri çevrildiğini belirtiyor. 11 Eylül 2001’den sonra ise acımasız bakışları üzerine çekmeye başlamış. Kamuya açık alanlarda hareketlerine daha fazla dikkat etmiş, hatta süren tez araştırmasını bir süre ertelemek zorunda kalmış. Tezi Arap asıllı Amerikalıların kültürel etkileşimi ve akıl sağlığı üzerineymiş, ancak soruşturma memurlarını üzerlerine çekmekten korkan üniversite yönetimi tarafından araştırmadan bir süre vazgeçirilmiş. Amer, tezini sonradan bitirip yayınlamış ama ardından ölüm tehditleri dahil korku verici e-posta mesajları almış.
Üç travma birden
Adelphi Üniversitesi öğretim üyelerinden Wahiba Abu-Ras, Mona Amer’in yaşadığı travmanın üçe katlandığını söylüyor. Journal of Muslim Mental Health adlı yayının editörlerinden Abu-Ras, birinci travmanın 11 Eylül saldırılarının yarattığı ilk şok olduğunu söylüyor. İkinci travma, meslektaşlarından ve Amerikalılar’dan gelen tepkiler, üçüncüsü de Amerikan hükümetinin Arap asıllı Amerikalılar’ı derinlemesine soruşturan politikaları olmuş. Abu-Ras Arap asıllı Amerikalılar’ın ayrımcılık ve tacizlere hedef olduğunu belirtiyor.
11 Eylül saldırılarından sonra Amerikan hükümetinin “terörle mücadele” politikaları ve girişimleri Amerika’daki Arap ve Müslümanlar’ı ayrım gözetmeden hedef aldı. Saldırılardan sonraki bir yılda yürürlüğe giren 20 ya da daha fazla uygulama arasından 15’i özellikle Araplar’ı ve Müslümanlar’a odaklandı. Kasım 2001’de ABD Adalet Bakanlığı, göçmen olmayan vize başvurusunda bulunan 5 bin Arap ve Müslüman’ın terörist faaliyetlerle ilgili olarak sorgulanacağını açıkladı.
Haziran 2002’de bazı Arap ve İslam ülkelerinden gelen erkeklerden parmak izi vermeleri istendi. Obama Yönetimi 2011’de bu uygulamayı kaldırdı. Onbinlerce kişinin kayıt yaptığı uygulama sonucu kimse hakkında zaten terör suçuyla ilgili bir mahkeme hükmü verilmedi.
Polis Müslümanlar’ı izlemeye aldı
New York Emniyeti (NYPD) ise bir yandan Müslüman öğrenci gruplarının içine sızmakla, Müslümanlar’ın idare ettiği işletmeleri ve organize ettiği toplumsal faaliyetleri izleme altına almakla meşguldü. Hatta NYPD Müslüman gençleri fişlemek için futbol ve kriket maçları bile tertip etti. 2002’den 2014’e kadar devam eden bu izleme programı komşu New Jersey ve Connecticut eyaletlerinde de uygulanmaya başladı. NYPD bu program kapsamında kimsenin tutuklanmadığını sonradan açıkladı.
Arap asıllılar ABD’de azınlık sayılmıyor
Normalde ABD’de Arap asıllılar etnik bir azınlık grubu sayılmıyor. 11 Eylül 2001’den önceyse tamamen gözlerden uzak kaldılar. Nüfus sayım formlarında da azınlık gruplar arasında sayılmıyorlar. 1970’lerden bu yana öyle bir deneyimleri olmasa da çoğunlukta olan “beyaz ırk” kapsamında tutuldular. Çoğulcu topluma sahip ABD’de azınlık gruplarına alınmak, bazı ayrıcalıkları da beraberinde getiriyor.
Milwaukee, Wisconsin’de bulunan Marquette Üniversitesi öğretim üyelerinden Louise Cainkar, Arap asıllıların 11 Eylül’den sonra bu görünmezlik kalkanından bir anda çıkıp göz önüne geldiklerini, hepsinin potansiyel birer zanlı haline dönüştüğünü söylüyor.
“Uğur Şahin ve Özlem Türeci olmasaydı Corona aşısı olmayacaktı”
San Bernardino’daki California Eyalet Üniversitesi’nde bulunan Nefret ve Aşırıcılık Araştırmaları Merkezi direktörü Brian Levin, Arap ve Müslümanlar’ın özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra artan bir şekilde nefret suçlarına maruz kaldığını belirtiyor. Müslüman karşıtı nefret suçlarının daha önce görülmemiş boyutlara ulaştığını kaydeden Levin yılda 30 ya da daha az görülen nefret suçu oranının 2001’den sonra 16 kat arttığına dikkati çekiyor.
ABD dışında aşırıcıların düzenlediği her terör eyleminin ardından Arap ve Müslümanlar’a yönelik nefret suçlarında artış yaşandığını belirten Levin, ABD’deki Müslümanlar’ın başarılarının ise görmezden gelindiği görüşünde. Nefret suçlarında artış bekleyen Levin, özellikle BioNTech aşısını geliştiren Türk asıllı Alman vatandaşları Şahin ve Özlem Türeci’ye dikkati çekerek, “eğer onlar öncülük etmeseydi Covid-19 aşımız olmayacaktı” diyor ve hayat kurtaran Müslümanlar’ın sayısında artış olduğu takdirde bu düşmanca tavırların değişeceğine inanıyor.
Saldırılar arttı
Amerikan İslam İlişkileri Konseyi adlı insan hakları örgütü, 2014 ve 2019 yılları arasında Müslümanlar’a yönelik 10 binden fazla önyargı olayını belgeledi. Müslümanlara karşı işlenen nefret suçları, ayrımcılık, göçmenlik ve seyahat uygulamaları, okullarda Müslüman öğrencilerin hedef alınması gibi önyargı olayları 2020’de 6 bin olarak kayıtlara geçti.
Mona Amer, 11 Eylül saldırılarından sonra yapılan araştırmalara göre, yakın çevreleri ve devlet tarafından kuşkuyla bakılan Arap ve Müslümanlar’ın psikolojilerinin de derinden etkilendiğini belirtiyor. Şu sıralarda Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’nde klinik ve toplumsal psikoloji dersleri veren Profesör Mona Amer, Amerika’da yaşayan Araplar arasında üzüntü, depresyon, anksiyete ve güvensizlik duygusunun yaygın olduğunu kaydediyor, “aynı zamanda yaşadıkları deneyimlerden güç kazanıyorlar, toparlanma için kaynak buluyorlar” diyor.
Müslüman kimliğini gizlerken yeniden öne çıkarma arzusu
Amer’e göre saldırılar Amerika’daki Müslüman toplumuna, Araplar’a, Afrikalılar’a ve Güney Asyalılar’a bir şekilde dini kimliklerini ortaya koyma arzusunu da kazandırdı. 11 Eylül’den sonra Müslümanlar’ın kimliklerini ve dinlerini gizlemeye çalıştıklarını, kadınların başörtüsünü attıklarını hatırlatan Amer, şimdiyse insanların dini simgeleri gizlemeye gerek duymadığını söylüyor.
ABD’deki diğer dışlanan toplum ve gruplarla işbirliği gereksinimi
Bunun da 11 Eylül deneyiminin Arap ve Müslüman Amerikalılar üzerinde bıraktığı olumlu miras olduğu düşünülüyor. Üzerlerindeki görünmezlik kalkanının kalkması, hükümetin izleme ve şüphelerinin ağırlığını üzerlerinde hissetmesi, onlara diğer dışlanan grup ve toplumlarla birlikte ittifak kurması gereksinimini doğurdu.
Profesör Cainkar, Amerika’da yaşayan Arap ve Müslümanların kendi çıkar ve haklarını korumak ve Amerikalılar’ın desteğini kazanmak için Siyahlar, Latin Amerikalılar, Yahudiler ve LGBTİ gruplarla aktif ilişki kurması gereksinimine dikkati çekiyor.