WASHINGTON —
Gazeteciler için en tehlikeli ülkelerden biri de üç yıldır iç savaşın hüküm sürdüğü Suriye. Merkezi Paris’teki Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütüne göre son üç yılda Suriye’de 130’un üzerinde haberci hayatını kaybetti. Birçoğu da ülkede birbirinden bağımsız hareket eden silahlı gruplarca fidye için kaçırılıyor. Kaçırılan yabancı gazeteciler arasında Türkler de oldu. Geçmişte bu deneyimlerden geçmiş olan savaş muhabiri Coşkun Aral, bir süre önce Washington’da Ortadoğu’da son yıllarda gazeteciler için daha tehlikeli hale gelen koşulları değerlendirdi.
Coşkun Aral 40 yıl boyunca başta Ortadoğu olmak üzere savaş bölgelerine giderek habercilik yaptı. Zamanının önemli bir kısmını 15 yıl iç savaş yaşanan Lübnan’da geçirdi. Ayrıca İran, Irak, Afganistan, Kuzey İrlanda, Liberya, Çad ve Ruanda gibi dönemin tehlikeli ülkelerinde çalıştı. Çalışmaları dünyanın önde gelen yabancı dergi ve gazetelerinde yayınlandı. Ortadoğu artık son üç yıldır halk ayaklanmalarıyla çalkalanıyor. Coşkun Aral’a, profesyonel yaşamının önemli bir kısmını geçirdiği Ortadoğu’da, özellikle de Suriye’de yaşanan gelişmeler hakkında görüşlerini sorduk:
"Ortadoğuluyum diyebilirim. Çünkü bu coğrafyada doğup büyüdüm. Üstelik bu coğrafyada aşağı yukarı 40 yıl boyunca habercilik yaptım, gerek foto-muhabirliği, gerek muhabirlik. Tunus'ta başlayan ilk pırıldayan kıvılcımın ardından, öncelikle Cezayir biraz, ardından Mısır ve şu anda Suriye ve bir arada Yemen'de süregelen olaylar, birbirinden aslında farklı. Hedefte varolan, halkın aslında o güne kadar bastırılmış sesinin daha gür bir şekilde, anayasal olsun, anayasasız olsun monarşilere bir şekilde duyurabilmekti. Tunus yine bunun en rahat süreçte oturduğu yerdi, ilk patlamasına rağmen olayların, ama, Libya'da malum yaşananlar. Mısır da aynı şekilde. Bizi birebir etkileyen Suriye oldu. Çok sık gidip geldiğim bir ülke. Özellikle Lübnan savaşına tanıklık yaptığım dönemde sürekli Suriye'yle iç içeydik diyebilirim. Çünkü Lübnan'da Suriye'nin ciddi bir varlığı vardı, 1976 yılından başlayıp geçtiğimiz yıllara kadar süren bir varlık. O yüzden Suriye'deki yapıyı diğerlerinden ayrı tutuyorum. [Sorun] Kolay çözüleceğe benzemiyor ve uluslararası topluluk da bu savaşta geçmişte Afganistan'dan almış olduğu derslerden ötürü bulaşmak istemiyorlar. O yüzden açık söylemek gerekirse, çözümü zor, ancak ve ancak akılcı politikalarla olacak bir barış planı gerekiyor. Cenevre'de ne kadar sağlandı bu, bilemiyorum, çünkü İran'ın devre dışı bırakıldığı, Rusya'nın devre dışı bırakıldığı bir çözüm olmaz. Sonuçta Rusya o bölgede askeri varlığını Baba Esat zamanından beri tutan, üssü olan bir ülke. Akdeniz'deki varolan üssünü kaybetmek istemeyişi, İran'ın da Şii nüfusun neredeyse yüzde 60'ı bulduğu Lübnan'ın geleceğinde topu başka bir ülkeye atmak istemeyişi, bu savaşın belirsizliğinin nedenleri."
Savaş bölgelerinde gazetecilik yapan muhabirler, buradaki tehlikeli koşullardan muaf değiller. Coşkun Aral da 1970 ve 80’li yıllarda Lübnan’da zaman zaman kaçırılma ve ölüm tehlikeleriyle burun buruna geldi. Bir kez de bindiği uçak hava korsanları tarafından kaçırıldı. Merkezi Paris’te bulunan Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütüne göre bugün gazeteciler için en tehlikeli bölge Suriye. İç savaşın üç yıl önce başladığı Suriye’de toplam 130 haber emekçisi görevleri başında hayatını kaybetti. Bunlardan 45’i geçen yıl öldü. Ayrıca Suriye’de Türk gazeteciler de kaçırıldı. Coşkun Aral, Suriye’de gazetecilik yapmak isteyenler için koşulların çok daha ağırlaştığına dikkati çekiyor:
"Öncelikle insan hayatı en önemlisi. Gerek o topraklardaki insanlar, hangi taraf olursa olsun, ben düşman ayrımı yapmıyorum, hangi tarafta olursa olsun. Benim için insan hayatı önemli. İkincisi buradan oraya görev yapmak için gidecek gazeteci arkadaşlarım, ben geçen sene Azez'e birkaç kez gittim. Halep'e birkaç kilometre yaklaştım. Ben gittiğimde birşey hissettim ve korktuğum da başımıza geliyor. El Kaide ve benzeri yabancı destekli örgütler, yaşamlarını sürdürebilmek için ülke dışından yardım almak yerine, insan kaçırıp bunları değiş-tokuşlarla fidye karşılığı serbest bırakma politikalarında akla gelmeyen yöntemler uyguluyorlar. Şu anda sayılarını bilemem ama 30 civarında gazeteci ve sayısı henüz belli olmayan yabancı ellerde rehin olarak tutuluyor. En son geçen Kurban Bayramı'nda gittiğimde, daha önce kontak kurduğum insanlarla Antakya üzerinden geçme girişiminde bulunduğumda, Gaziantep'te tanıştığım genç iki Suriyeli beni uyardılar. 'Sakın geçme, senin burada olduğunu biliyorlar. Bedelin çok ağır ve fidye karşılığı seni satmaya hazır insanlar var. Sakın kimseye güvenme' diye genç Suriyeli kardeşlerimiz beni uyardı. Benim ardımdan, Milliyet gazetesinde görevli kardeşim Bünyamin (Aygün) kaçırıldı. Fidye karşılığı başlayan bu olay, neredeyse kafası kesilerek hayatına son verilmesiyle sonuçlanacaktı. Gözü dönmüşlük var ve vahşet artık kendini geçerli kılmak için her türlü yolu seçiyor ve en acısı, bu kafa kesme gibi ilkel savaş yönteminde, bir tarafı terörize ederken, diğer tarafı da bunu sözde inançları gereği yaptığını iddia eden anlayışlar da hakim kılınıyor. Korkunç bir savaş yöntemi. Ben en son 1997 yılında Liberya'da görmüştüm, insan kafasının kesilerek insanın o vahşeti artık bir zevk aracı haline dönüştürmesini. Şu anda Suriye'de, bizim topraklarımızdan birkaç kilometre ötede yapılıyor. O yüzden tavsiyem, hiçbir şey hayatlarından önemli değil. Objektif habercilik zaten oraya gitmekle yapılamıyor. Zaten bu savaşın tarafları belli. Gitmesinler. Ne fidye aracı olsunlar, ne de hayatlarını riske atsınlar."
Son dönemde yabancı gazetecilerin savaş bölgelerinde fidye için kaçırılması oldukça sık yaşanan bir durum. Ancak gözlemlerini dış dünyaya aktarmayı kendileri görev edinmiş çok sayıda haber emekçisi için gittikçe zorlaşan koşullar bile kendilerini bu tehlikeli bölgelerde çalışmaktan caydırmıyor.
Coşkun Aral 40 yıl boyunca başta Ortadoğu olmak üzere savaş bölgelerine giderek habercilik yaptı. Zamanının önemli bir kısmını 15 yıl iç savaş yaşanan Lübnan’da geçirdi. Ayrıca İran, Irak, Afganistan, Kuzey İrlanda, Liberya, Çad ve Ruanda gibi dönemin tehlikeli ülkelerinde çalıştı. Çalışmaları dünyanın önde gelen yabancı dergi ve gazetelerinde yayınlandı. Ortadoğu artık son üç yıldır halk ayaklanmalarıyla çalkalanıyor. Coşkun Aral’a, profesyonel yaşamının önemli bir kısmını geçirdiği Ortadoğu’da, özellikle de Suriye’de yaşanan gelişmeler hakkında görüşlerini sorduk:
"Ortadoğuluyum diyebilirim. Çünkü bu coğrafyada doğup büyüdüm. Üstelik bu coğrafyada aşağı yukarı 40 yıl boyunca habercilik yaptım, gerek foto-muhabirliği, gerek muhabirlik. Tunus'ta başlayan ilk pırıldayan kıvılcımın ardından, öncelikle Cezayir biraz, ardından Mısır ve şu anda Suriye ve bir arada Yemen'de süregelen olaylar, birbirinden aslında farklı. Hedefte varolan, halkın aslında o güne kadar bastırılmış sesinin daha gür bir şekilde, anayasal olsun, anayasasız olsun monarşilere bir şekilde duyurabilmekti. Tunus yine bunun en rahat süreçte oturduğu yerdi, ilk patlamasına rağmen olayların, ama, Libya'da malum yaşananlar. Mısır da aynı şekilde. Bizi birebir etkileyen Suriye oldu. Çok sık gidip geldiğim bir ülke. Özellikle Lübnan savaşına tanıklık yaptığım dönemde sürekli Suriye'yle iç içeydik diyebilirim. Çünkü Lübnan'da Suriye'nin ciddi bir varlığı vardı, 1976 yılından başlayıp geçtiğimiz yıllara kadar süren bir varlık. O yüzden Suriye'deki yapıyı diğerlerinden ayrı tutuyorum. [Sorun] Kolay çözüleceğe benzemiyor ve uluslararası topluluk da bu savaşta geçmişte Afganistan'dan almış olduğu derslerden ötürü bulaşmak istemiyorlar. O yüzden açık söylemek gerekirse, çözümü zor, ancak ve ancak akılcı politikalarla olacak bir barış planı gerekiyor. Cenevre'de ne kadar sağlandı bu, bilemiyorum, çünkü İran'ın devre dışı bırakıldığı, Rusya'nın devre dışı bırakıldığı bir çözüm olmaz. Sonuçta Rusya o bölgede askeri varlığını Baba Esat zamanından beri tutan, üssü olan bir ülke. Akdeniz'deki varolan üssünü kaybetmek istemeyişi, İran'ın da Şii nüfusun neredeyse yüzde 60'ı bulduğu Lübnan'ın geleceğinde topu başka bir ülkeye atmak istemeyişi, bu savaşın belirsizliğinin nedenleri."
Savaş bölgelerinde gazetecilik yapan muhabirler, buradaki tehlikeli koşullardan muaf değiller. Coşkun Aral da 1970 ve 80’li yıllarda Lübnan’da zaman zaman kaçırılma ve ölüm tehlikeleriyle burun buruna geldi. Bir kez de bindiği uçak hava korsanları tarafından kaçırıldı. Merkezi Paris’te bulunan Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütüne göre bugün gazeteciler için en tehlikeli bölge Suriye. İç savaşın üç yıl önce başladığı Suriye’de toplam 130 haber emekçisi görevleri başında hayatını kaybetti. Bunlardan 45’i geçen yıl öldü. Ayrıca Suriye’de Türk gazeteciler de kaçırıldı. Coşkun Aral, Suriye’de gazetecilik yapmak isteyenler için koşulların çok daha ağırlaştığına dikkati çekiyor:
"Öncelikle insan hayatı en önemlisi. Gerek o topraklardaki insanlar, hangi taraf olursa olsun, ben düşman ayrımı yapmıyorum, hangi tarafta olursa olsun. Benim için insan hayatı önemli. İkincisi buradan oraya görev yapmak için gidecek gazeteci arkadaşlarım, ben geçen sene Azez'e birkaç kez gittim. Halep'e birkaç kilometre yaklaştım. Ben gittiğimde birşey hissettim ve korktuğum da başımıza geliyor. El Kaide ve benzeri yabancı destekli örgütler, yaşamlarını sürdürebilmek için ülke dışından yardım almak yerine, insan kaçırıp bunları değiş-tokuşlarla fidye karşılığı serbest bırakma politikalarında akla gelmeyen yöntemler uyguluyorlar. Şu anda sayılarını bilemem ama 30 civarında gazeteci ve sayısı henüz belli olmayan yabancı ellerde rehin olarak tutuluyor. En son geçen Kurban Bayramı'nda gittiğimde, daha önce kontak kurduğum insanlarla Antakya üzerinden geçme girişiminde bulunduğumda, Gaziantep'te tanıştığım genç iki Suriyeli beni uyardılar. 'Sakın geçme, senin burada olduğunu biliyorlar. Bedelin çok ağır ve fidye karşılığı seni satmaya hazır insanlar var. Sakın kimseye güvenme' diye genç Suriyeli kardeşlerimiz beni uyardı. Benim ardımdan, Milliyet gazetesinde görevli kardeşim Bünyamin (Aygün) kaçırıldı. Fidye karşılığı başlayan bu olay, neredeyse kafası kesilerek hayatına son verilmesiyle sonuçlanacaktı. Gözü dönmüşlük var ve vahşet artık kendini geçerli kılmak için her türlü yolu seçiyor ve en acısı, bu kafa kesme gibi ilkel savaş yönteminde, bir tarafı terörize ederken, diğer tarafı da bunu sözde inançları gereği yaptığını iddia eden anlayışlar da hakim kılınıyor. Korkunç bir savaş yöntemi. Ben en son 1997 yılında Liberya'da görmüştüm, insan kafasının kesilerek insanın o vahşeti artık bir zevk aracı haline dönüştürmesini. Şu anda Suriye'de, bizim topraklarımızdan birkaç kilometre ötede yapılıyor. O yüzden tavsiyem, hiçbir şey hayatlarından önemli değil. Objektif habercilik zaten oraya gitmekle yapılamıyor. Zaten bu savaşın tarafları belli. Gitmesinler. Ne fidye aracı olsunlar, ne de hayatlarını riske atsınlar."
Son dönemde yabancı gazetecilerin savaş bölgelerinde fidye için kaçırılması oldukça sık yaşanan bir durum. Ancak gözlemlerini dış dünyaya aktarmayı kendileri görev edinmiş çok sayıda haber emekçisi için gittikçe zorlaşan koşullar bile kendilerini bu tehlikeli bölgelerde çalışmaktan caydırmıyor.