Türkiye, ilk iki yıl üzerinde hassasiyetle durduğu Cemal Kaşıkçı dosyasını Nisan ayı başında Adalet Bakanlığı aracılığıyla Suudi Arabistan’a iade ettikten sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çok kalabalık bir bakan heyetiyle Cidde’yi ziyaret etti. Böylece 2 Ekim 2018’de evlilik hazırlıkları yapmak için Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’na girdikten sonra öldürülen ve hala cesedi hakkında hiçbir ipucu olmayan gazeteci Cemal Kaşıkçı dosyası belirsiz duruma düştü.
VOA Türkçe’nin ulaştığı Hatice Cengiz’in avukatları karara itiraz ettiklerini ve Türkiye’deki yargı sürecinin tamamlanmadığını söylüyor olsalar da, başından beri Kaşıkçı dosyasını en yakından takip eden gazetecilerden Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, dosyanın Ankara tarafından önce iç politika malzemesi olarak kullanıldığını, şimdi de ekonomik ve diplomatik çıkarlara konu edildiğini söylüyor.
Önderoğlu: ‘‘Uluslararası toplumun riyakarlığını eleştiren iktidarın, cinayet dosyasını Prens Salman’a teslim etmesi korkunç bir hamle’’
İlk zamanlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sık sık açıklama yaptıktan sonra hatta Washington Post’a bir yazı bile yazdıktan sonra Kaşıkçı konusunu gündeminden kaldırdığını belirten Önderoğlu, Türkiye’nin bu zikzaklarının itibar kaybına neden olduğunu ifade etti.
VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Önderoğlu, ‘‘Sürece baştan sona bakınca Türkiye’nin hem uluslararası topluma insanlık dersi vermeye kalkışarak iç siyasete oynadığını, bunun suyunu iyice çıkardıktan sonra dosyayı bu kez diplomatik ve ekonomik çıkara tahvil ettiğine tanık olduk. Uluslararası toplumun hazin riyakarlığını haklı olarak eleştiren bir iktidarın cinayet dosyasını, diplomatik düzeyde sorumlu tutageldiği ‘katil’, ‘azmettirici’ Veliaht Prens Ben Salman’a teslim etmesi adalet iddialarının sahteliğine ışık tutan korkunç bir hamle oldu. Musa Anter, Uğur Mumcu ve Hrant Dink gibi dosyalarda yönetimin benzer iradi savrulmalarına tanık olmuş biri olarak yönetimin, Kaşıkçı dosyasını iade ederek, global stratejisizliğini, şimdi de temel değerlere dair ilkesizliğini piyasaya sürerek çözmeye çalıştığını düşünüyorum. RSF olarak, Riyad’daki yargı maskaralığından sonra İstanbul’daki davanın bir adalet umudu yarattığını duyurduk. Son bir yılda iktidar çevreleri nezdinde popülaritesi 'sönen' dosya, uluslararası düzeyde Türkiye’ye saygın konum kazandırmışken ve gazetecilere karşı devlet suçlarında küresel koruma mekanizması geliştirilmesi açısından bir umut olmuşken, şimdi, zalimliğin de diplomatik yakınlaşma aracına tedavül edilebileceğinin göstergesi artık’’ dedi.
Erdoğan, iki yıl öncesine kadar Kaşıkçı cinayetiyle Suudi Arabistan Veliaht Prensi arasında ilişki olduğunu ima ediyordu
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Cidde’de kucaklaştığı Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ı dört yıl önce Kaşıkçı cinayetinden dolaylı sorumlu tutan seri açıklamalar yapmıştı.
14 Aralık 2018’de Suudi Arabistan makamlarının adli yardım talebini reddettiğini söyleyen Cumhurbaşkanı, ‘‘Bunun failinin kim olduğu bana göre belli. Olayın işlendiği, yapıldığı yer de belli. Biz ses kayıtlarından şunu da öğrendik; gelenlerin içinde şu andaki Veliaht Prens’in en yakınında olanlar bu işin aktif rol üstlenicisi. Aldığı talimatı yerine getirenler orada. Her şey gün yüzüne çıkıyor. İpe un serdiler, bilgiyi İstanbul Başsavcısı’na vermediler. Çünkü fail ortada, bunu biliyorlar. Yardım yataklık yapan da yanında. İslam ülkelerinden doların ve riyalin kurbanı olanlar bu olaylar karşısında hakkı ve hakikati söylemediler’’ demişti.
Erdoğan 2019'daki yerel seçimler öncesi çıktığı bir televizyon yayınında ise, ‘‘Veliaht Prens, arka kapıdan Cemal Kaşıkçı'nın çıktığını söyledi. Bizzat kendisi. Ya bu nasıl bir iş ki, dışarıda nişanlısı bekliyor, Cemal Kaşıkçı arka kapıdan çıkıyor, nişanlısını almadan gidiyor. Böyle bir mantık, böyle bir anlayış olabilir mi? Bunlar dünyayı enayi zannediyorlar’’ ifadelerini kullanmıştı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 13 Kasım 2019 tarihindeki ABD ziyareti öncesi 30 Eylül’de Washington Post’ta yayınlanan yazısında ise, ‘‘Geçtiğimiz yıl yine bu gazetede yayınlanan makalemde ortaya attığım soruları sormaya devam edeceğiz: Cemal Kaşıkçı'nın cenazesi nerededir? Suudi gazetecinin ölüm fermanını kim imzalamıştır? Aralarında bir adli tıp uzmanının da bulunduğu 15 katili iki uçakla İstanbul'a kim göndermiştir? Böyle bir suçun bir daha dünyanın hiçbir yerinde işlenmemesi, hem Türkiye'nin hem de insanlığın çıkarınadır. Suçluların cezasız kalmaması için mücadele etmek, bunu sağlamanın en kolay yoludur. Bu, Cemal'in ailesine borcumuzdur’’ sözleriyle süreci sonuna kadar takip edeceği mesajını vermişti.
Erdoğan ile Suudi Arabistan Kralı arasındaki telefon görüşmesi davanın seyrini değiştirdi
Ancak Türkiye’nin bu yaklaşımı 21 Kasım 2020’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudi Arabistan Kralı Salman bin Abdülaziz El Suud ile yaptığı telefon görüşmesinden sonra değişmeye başladı. 25 Kasım 2020’de yapılan ikinci duruşma hükümete yakın medyada ilgi görmedi. 4 Mart 2021’de yapılan duruşmada Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz’in avukatlarının Kaşıkçı cinayeti hakkında ABD Ulusal İstihbarat Dairesi’nin hazırladığı raporun dosyaya eklenme talebi 8 Temmuz 2021’deki dördüncü duruşmada mahkeme heyeti tarafından ‘‘yargılamaya katkı sağlamayacağı’’ gerekçesiyle reddedildi.
İlgili ABD istihbarat raporu, ‘‘2017’den bu yana Veliaht Prens, Suudi Arabistan Krallığı’nın güvenlik ve istihbarat örgütleri üzerinde mutlak kontrole sahip. Bu durum yetkililerin Veliaht Prens’in izni dışında böyle bir operasyon düzenlemesinin mümkün olmadığını gösteriyor’’ ifadeleriyle Prens Muhammed bin Selman’ın sorumluluğuna işaret ediyordu.
Af Örgütü: ‘‘Türkiye’nin bu davanın asla siyasi hesaplara alet edilemeyeceği taahhütlerine ne oldu?’’
Cemal Kaşıkçı davasını en başından beri yakından takip eden uluslararası organizasyonlardan biri de Uluslararası Af Örgütü.
Birleşmiş Milletler (BM) Yargısız ve Keyfi İnfazlar Özel Raportörü iken hazırladığı raporda ‘‘Kaşıkçı'nın öldürülmesi, Suudi Arabistan devletinin sorumlu olduğu yargısız bir infazdır’’ saptamasını yapan ve bu rapor nedeniyle Suudi Arabistan yetkilileri tarafından ölümle tehdit edildiğini söyleyen Agnes Callamard, 29 Mart 2021’den beri Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreterliği’ni üstleniyor.
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Kaşıkçı dosyasını Suudi Arabistan’a iadesi için Adalet Bakanlığı’na görüş sorma kararını aldığı 31 Mart’taki duruşmanın ertesi günü Callamard, Af Örgütü’nün genel sekreteri sıfatıyla bu talebi ‘‘kara bir gün’’ olarak niteledi.
AF Örgütü Genel Sekreteri, ‘‘Türkiye, topraklarında işlenen bir cinayete ilişkin davayı devretmekle bu davayı bilerek ve isteyerek cinayetin sorumluluğunu taşıyanlara iade etmiş olacak. Halbuki Suudi Arabistan sistemi Türkiye savcısıyla işbirliği yapmakta defalarca başarısız oldu ve adaletin bir Suudi mahkemesi eliyle gelmeyeceği çok açık. Türkiye’nin bu tüyler ürpertici cinayette, adaletin sağlanması gerektiği ve bu davanın asla siyasi hesaplara ve çıkarlara alet edilemeyeceği taahhütlerine ne oldu?” diye sordu.
Tarık Beyhan: ‘‘Türkiye Kaşıkçı dosyasını Suudi Arabistan’a iade ederek bu cinayeti hoş görüyor, affediyor’’
Kaşıkçı dosyasına hakim olan Af Örgütü Türkiye Kampanyalar ve İletişim Direktörü Tarık Beyhan, Suudi Arabistan’a yargılama dosyasının iade edilme kararının Türkiye’nin tüm yabancı muhalifler, gazeteciler ve hak savunucuları açısından riskli ülke haline gelme sonucu doğurduğu kanısında.
VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Beyhan, ‘‘Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki anlaşmanın sonucu olarak Kaşıkçı davasının cezasızlığa varacağı net bir şekilde görülüyor. Suudi Arabistan’ın Kaşıkçı cinayeti ile ilgili adım atma niyeti olmadığı beliydi. Hızlıca şeffaf olmayan bir davayla ile dosyayı kapatmak istediler. O dönem BM raportörü olan -bugün Af Örgütü Genel Sekreteri- Agnes Callamard’ın hazırladığı rapor, Suudi Veliaht Prensi’nin cinayette parmağı olduğunu gösteriyordu. Zaten Prens, Suudi yargısı üzerinde etkiliydi ve o dava bir şekilde kapatıldı. Ancak Türkiye’nin dosyayı iade etmesinin başka büyük bir çıktısı var. Zaten gazeteciler için risk altında olduğu bir ülke olarak Türkiye kendi topraklarında başka bir devletin bir gazeteciyi öldürmesine izin vermiş oldu. Bu cinayeti hoş görüyor ve affediyor. Siyasi bir anlaşma doğrultusunda cinayeti görmezden gelmeyi içine sindiriyor. Bu ne demek? Türkiye’de bir başka ülkenin muhalifleri, gazetecileri, hak savunucularına karşı suikastler düzenlenebilir, o insanlar katledilebilir. Türkiye bu kararla güvenilir bir ülke olmaktan çıkıyor’’ ifadelerini kullandı.