Erişilebilirlik

"Türkiye-AB İlişkileri" Paris'te Panelde Tartışıldı


College de France'ın "Uluslararası Türk ve Osmanlı Tarihi Kürsüsü'nden sorumlu tarih profesörü Edhem Eldem, Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin tarihsel sürecini ve geldiği noktayı inceleyen bir panel düzenledi.

Panele, New York’ta bulunan Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk, video konferans yöntemiyle katıldı. Paris Sosyal Bilimler Enstitüsü EHESS'den Sosyolog Nilüfer Göle, Galatasaray Üniversitesi'nden siyaset bilimci, akademisyen Ahmet İnsel ile Bahçeşehir Üniversitesi'nden akademisyen ve ekonomist Seyfettin Gürsel de konuşmacılar arasındaydı.

Türkiye ve Fransa ilişkileri konu olduğunda akla gelen, Fransızlar'ın ünlü şarkıcısı Serge Gainsburg'un "Je t'aime... Moi non plus! /Seni seviyorum... ben de sevmiyorum" adlı şarkısı panelin başlığıydı.

Panelin açış konuşmasını yapan Edhem Eldem yaptı. Prof. Eldem, "Batı karşısında Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye" ana teması etrafında, "Uzun vadeli bir tarihsel vizyonu, giderek daha karanlık bir güncelliğin eleştirel bir analiziyle birleştirmek" amacıyla bu paneli düzenlediklerini belirtti. Osmanlı İmparatorluğu ve Fransa ilişkilerinin tarihi gelişimini anlatan Eldem, "Bugün gelinen noktada, otoriter bir rejimin olması tarihsel gelişimi izlediğinizde şaşırtıcı bir durum değildir. Abdülhamid döneminde uygulanan otoriter gelenek, Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir" tezini savundu.

Orhan Pamuk, ders verdiği New York Columbia Üniversitesi'nden bağlandı ve kendi ailesinden yola çıkarak Osmanlı ve Türkiye'de batılılaşma sürecini, kendi edebi üslubuylaanlattı. Pamuk, Ahmet Hamdi Tanpınar ve İbni Haldun'dan geçerek, Balzac, Dostoyevski ve Tanizaki'ye uzanan bir yolculukla, kültürel olarak batılılaşma kavramını anlattı.

Türkiye'de 1960'lı yıllarda "batılılaşmanın sadece normal değil aynı zamanda gerekli olduğunu düşündüklerini" vurgulayan Pamuk, konuşmasında tarihçi İbni Haldun'un 'Mukaddime' adlı eserinde kullandığı "başka kültürleri taklit" kavramından yola çıkarak, Mukkaddime'nin çevirisi için İstanbul'a giden Alman asıllı Amerikalı Yahudi Franz Rosenthal'den alıntı yaptı ve "Türkiye'nin batılılaşmasının ya da genel anlamda batılı olmayan bir ülkenin küreselleşmesinin taklit üzerine oturduğunu" savundu.

"Türkiye'de de fesin, Arap alfabesinin yasaklanması, Latin alfabesi ve kıyafet devrimiyle, kültürel ve kurumsal değişiklerin tümü taklittir. Ve Türkiye'deki muhafazakar çevreler bunu kendi ideolojilerini savunmak için kullandı" dedi.

Pamuk: "Tanpınar benim kahramanım"

Türkiye'de Batılılaşma'nın her zaman üst sınıflar tarafından empoze edildiğini ve alt sınıfların da "tepeden gelen bu değişikliklere çoğu zaman direndiğini" belirten Orhan Pamuk, "Peyami Safa'nın Fatih Harbiye hikayesi de aynı. Hikaye basit, Fatih yoksul mahallesi. Harbiye, yüksek sınıf, batılılaşmış. Fatih'in güzel kızları Harbiye'ye taşınmak istiyordu. Batı stili, batılılaşma, Türkiye'de çok popüler bir TV serisi haline geldi. Atatürk'ün modernleşmesine bir direniş. Bu konudaki en büyük roman 1949'da Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından yazıldı. 'Huzur'. Tanpınar benim kahramanım. Kendisi de batılılaşmanın konforunu sonuna kadar yaşayan Tanpınar, Huzur romanında, Osmanlı kültürü ile modernite arzusu besleyen iki karakteri merkeze koydu. Seçmek istedikleri yaşam biçimi konusunda kararsız iki karakter. Tanpınar'dan çok etkilendim" diye konuştu.

"Türkiye demokrasisi Avrupa'nın umrunda değil"

Panelin sorular bölümünde Avrupa'nın tavrını da eleştiren Pamuk, "Avrupa'ya öfkeliyim. Eğer göçmen sorunu olmasaydı, Türkiye de bu kadar korkunç bir durumda olmazdı. Kim Türkiye'deki demokrasiye aldırıyor ki? Erdoğan her seferinde bunları, 'Geliyorum haaaa, açarım bak kapıları' diyor. Ve bu söylem çok da işe yarıyor. Avrupa Birliği, Türkiye'deki demokrasiden daha çok; Asyalı, Afrikalı, Suriyeli göçmenleri AB dışında tutma konusuyla ilgili" diye konuştu.

Aslında AB-Türkiye ilişkisinin artık tükendiğini, ancak ne AB'de ne de Türkiye'de, kimsenin doğrudan bunu dile getirmediğini belirten Pamuk, "Maalesef, Fransız sosyalistleri de dahil, Avrupa'da insanlar etraflarında çok sayıda Türk görmek istemiyorlar. Tıpkı Türkler'in etraflarında çok fazla Afgan, Suriyeli görmek istemedikleri gibi. Bundan dolayı çok üzgünüm. Bu Fransa'da oluyor, bu Almanya'da oluyor. Almanya'da biraz daha kontrol altında. Eskiden milyonlarca Müslüman’ın Avrupa'ya tıpkı ABD'de olduğu gibi güç katacağına inanıyordum. Ama şimdi tersine, Türkiye'nin 84 milyon Müslüman’la, Avrupa'yı daha da milliyetçi yapacağına inanıyorum" diye konuştu.

İnsel: "Hükümet seçim yapmayı kabul edecek mi?"

Siyaset bilimci ve yazar Ahmet İnsel de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın uzun süredir Türkiye'yi otoriter bir rejimle yönettiğini dile getirerek, "Demokratik normalleşme sürecinden sonra Türkiye, 10 yıldır yeni bir otoritarizm döneminden geçiyor. Popülist İslamcı, milliyetçi biçimde ve ototokrat bir yönetim altında. Bu rejim, enerjisini, batılılaşma projesinden intikam almaya harcıyor" dedi.

Türkiye'nin bir asırdır, "modernist ve tutucular arasında kültürel bir savaş" yaşadığı analizini yapan İnsel, "Erdoğan da bu savaş üzerinde çalışıyor ve bunu çok iyi kullanıyor" dedi. Türkiye'nin 5 yıl sonra, Rusya ve NATO ile ilişkisi de dahil, nasıl bir rotaya yöneleceğini bugünden ön görmenin olanaksız olduğunu da savunan İnsel, "Muhalefet partileri, seçim ittifaklarıyla bir dahaki seçimlerde kazanmayı hedefliyor. Seçimleri kazanma perspektifi olanaklı. Eğer, Erdoğanizm iktidarını korumak için Türkiye'yi felaket bir maceraya sürüklemezse, açık bir diktatörlük ilan ederek bütün güç karşıtlarını yok etmezse, seçimleri kaybetmesi mümkün. 2019 yılındaki yerel seçimlerde kaybedebileceğini gördü. Şimdi büyük soru, Tayyip Erdoğan, kaybedeceğini bildiği halde, seçim yapmayı kabul edecek mi?" diye konuştu.

Ayasofya- Mezquita Camisi karşılaştırması

Sosyolog Nilüfer Göle, Ayasofya'nın yeniden camiye dönüştürülmesinin etkilerini anlattığı sunumunda, "İspanya Endülüs bölgesindeki Kordoba Mezquita Camisi'nin katedrale dönüştürülmesi" örneğiyle karşılaştırma yaptı. Göle, bir soruya yanıt verirken, "AB değerlerinden tümüyle uzaklaşan ve her geçen gün daha da otokratik bir biçime bürünen Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinin artık kadük yani 'yok hükmünde' olduğunu" dile getirdi.

İlişkilere ekonomik açıdan yaklaşan akademisyen Seyfettin Gürsel de Türkiye'nin gelinen noktada AB üyesi olabilmesi için, önce Avrupa'nın tümüyle değişmesi gerektiğini savundu. Gürsel, "Şu durumda Balkanlar'a genişleme bile olanaklı görünmüyor" dedi.

Ekonomik durum karşılaştırması da yapan Gürsel, Türkiye'nin AB'ye üye olabileceğine gerçekten inandıklarını ancak en azından "Euro ortak para birimi konusunda daha realist olunabileceğini, şimdi tam üyelik ihtimalinin yakın zamanda olanaksız olduğunu" dile getirdi.

"Yeni kitabım Doğu-Batı değil gerçek hayat üzerine"

Panelin ilgi odağı olan Orhan Pamuk, kendisine yöneltilen bir soru üzerine "romanlarını neden hep Doğu-Batı sentezi üzerine yazdığını" anlattı ve bir sonraki kitabı hakkında ipuçları da verdi. Ünlü yazar, "Şimdi genç nesil yazarlar şöyle diyor. 'Hey Pamuk, yeter artık Doğu-Batı romanları, artık gerçek hayat üzerine yaz.’ Sanırım haklılar. O nedenle Kafamda Bir Tuhaflık bir anlamda hayatın içinden gelen bir romandı. Şimdi elimden geleni yapacağım. Doğu ve Batı üzerine olmayan bir roman yazacağım. Şimdi New York'tayım. Coğrafyadan uzak roman yazmak benim için çok zor. Ama evet, Doğu ve Batı üzerine olmayan bir roman yazacağım" diye konuştu

XS
SM
MD
LG