Erişilebilirlik

2019: Türkiye-ABD İlişkilerinin Zor Yılı


2019: Türkiye-ABD İlişkilerinin Zor Yılı
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:08:21 0:00

2019 yılı Türk-Amerikan ilişkilerine S-400 krizi ve yaptırımların damga vurduğu yıl oldu. İlişkilerdeki kötüye gidiş daha da derinleşirken, neredeyse sadece iki ülke lideri arasında kişisel ilişkiye dayanan bir hale büründü.

YPG meselesinden Fethullah Gülen’in iade talebinin hala karşılık bulmamasına, S-400 ve F-35 krizlerinden Kongre’de ardı ardına gelen yaptırım paketlerine, Türkiye’deki tutuklu Amerikalılar’dan Barış Pınarı Harekatı konusundaki görüş ayrılıklarına kadar çok sayıda konu ilişkilerde ciddi anlamda çatlaklar yarattı.

İlişkilerde en nihayetinde NATO müttefikliği ruhunun ağır basacağı beklentileri kimilerince dile getirilse de krizler öyle bir boyuta sardı ki yılın son dönemlerinde Türkiye’nin NATO üyeliği bile sorgulayan çevreler oldu.

Kongre’de ardı ardına yaptırımlar

2019 yılı Kongre’de Türkiye’yle ilgili yaptırımların eksik olmadığı bir yıldı. Geçmişte komisyonlarda geçtiğinde bile büyükelçiyi çağıracak kadar kriz yaratan Ermeni tasarısı Kongre’nin her iki kanadınca kabul edildi.

Halen Kongre’de Türkiye’yle ilgili 20’nin üzerinde yaptırım tasarısının olduğu belirtiliyor. Bunların küçük bir kısmı genel kurul ya da komisyonlardan geçti, bir kısmıysa hala bekliyor.

Temsilciler Meclisi’nin yaptırım tasarılarından birini 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda geçirmesi zamanlama açısından kimi çevrelerce ‘manidar’ bulunurken, Senato Dış İlişkiler Komisyonu da 11 Aralık’ta bir yaptırım tasarısını onayladı.

Kongre’nin her yıl geçirdiği savunma bütçe yasa tasarısı da Türkiye’ye yaptırım çağrısı içeren maddeler eklenerek onaylandı, Başkan Donald Trump da yasayı imzaladı.

Kongre üyelerini Türkiye’ye karşı bu kadar öfkelendiren iki ana konu, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 alımı ve ABD’nin IŞİD’e karşı savaşta desteklediği YPG’ye karşı Suriye’nin kuzeyindeki operasyonuydu.

Kongre’den Trump yönetimine, Rus savunma sanayi ya da istihbarat sektörleriyle önemli düzeyde iş yapan ülkelere yaptırım uygulanmasını öngören CAATSA yaptırımlarının da Türkiye’ye uygulanması için baskılar geliyor.

Belki Brunson krizi hariç hemen her krizli konuda Erdoğan’a karşı daha anlayışlı bir tavır sergilediği gözlenen Trump bugüne kadar özellikle Kongre’den gelen baskılara nispeten karşı durabildi.

Bakanlara yaptırım uygulanması, ticaret görüşmelerinin askıya alınması, yeni gümrük vergileri gibi arada geçici nitelikteki bazı tedbirler hariç Türkiye’ye kapsamlı yaptırımlara, Türk ekonomisini çökertebilecek türden adımlara onay vermedi.

Ancak şimdi sorular soru Trump’ın Kongre’ye daha ne kadar daha “dur” diyebileceği.

“Trump yaptırımları uygulamayabilir ama bu Kongre’yle ciddi gerilim yaratır”

Eski Başkan Barack Obama döneminde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Güney Avrupa ve Doğu Akdeniz’den Sorumlu Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapan, şimdi Brookings Enstitüsü’nde kıdemli uzman Amanda Sloat VOA Türkçe’ye verdiği röportajda bu sorunun yanıtını şöyle verdi: “Şu ana kadar Trump Türkiye’ye yaptırımları uygulamaya koymama yönünde bir çizgi izliyor. Dolayısıyla şimdi öne çıkan soru şu: Kongre, Başkan’ın muafiyet tanıma yetkisini elinden alan ilave tedbirler geçirir mi? Buna rağmen Başkan hala yaptırımları uygulamama yolunu seçebilir. Bu da Washington’da Başkan ile Kongre arasında gerçek anlamda gerilimler yaratmaya başlayabilir.”

Trump ilişkileri kurtarabilir mi?

Birçok uzman ilişkilerin tarihindeki en kötü dönemini yaşadığını düşünüyor. Özellikle Kongre’de daha birkaç yıl öncesine kadar Türkiye dostu olarak bilinen isimler bile şimdi Türkiye’ye karşı sert bir tavır takınmış durumda.

Başkan Donald Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki ilişkiyse bunun tam tersi bir tablo yansıtıyor; birbirlerinin hassasiyetlerini anlayan, aynı dili konuşan iki lider görünümünü çiziyorlar.

“Trump bu ilişkiyi kurtarabilir mi?” sorusunu yönelttiğimiz Amanda Sloat’a göre, ülkeler arası ilişkiyi sadece iki ülke liderleriyle yürütmek tehlikeli. “Bir ülkenin başka bir ülkeyle ilişkisini, sadece bu iki ülkenin liderleriyle yürütmek tehlikeli, özellikle de bu kişilerin sonsuza kadar lider olamayacaklarını düşündüğünüzde. Yasama organları, iş dünyası, sivil toplum ve genel anlamda halklar arasında daha geniş kapsamlı ilişkilerin tesis edilmesi önemli. Hem Erdoğan hem Trump duygusal ve ne yapacaklarını tahmin etmenin güç olduğu liderler dolayısıyla aralarında iyi bir ilişki olduğunda bu iki ülke ilişkileri için de olumlu oluyor ancak aralarında gerilim ve sorunlar oluştuğunda ilişkiler de kötü seviyelere inebiliyor.”

Barış Pınarı gerilimi

2019 yılında çok konuşulan konulardan biri Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı’ydı. Türkiye’nin yıllardır ABD’den beklentisi Suriye’nin kuzeyinde bir güvenli bölge kurulması ve YPG’ye desteğin kesilmesiydi.

İki taraf yazın vardığı bir anlaşma sonucunda Fırat’ın doğusundaki bölgede YPG’nin bazı mevzilerinden çekilmesi ve bir güvenli bölgenin burada kurulması konusunda anlaştı, iki ülke ordusu ortak devriye misyonları icra etmeye başladı.

Ancak bu adım Ankara’yı tatmin etmedi, bölgenin YPG’den temizlenmesi gerektiğinde ısrarcı olan Türkiye Amerika’dan beklentilerinin karşılanmadığından şikayet etti. Bu süreç fazla uzun sürmedi ve Ekim ayında Trump-Erdoğan arasındaki bir telefon görüşmesiyle noktalandı.

Trump’ın Erdoğan’a mektubu tartışma yarattı

Trump’ın zaten Suriye’den Amerikan askerlerini çekmeyi arzuladığı biliniyordu ancak bu kararını Ekim ayının bir Pazar günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’la telefon görüşmesinden sonra kısa bir Beyaz Saray açıklamasıyla aniden duyurması ve gerekçe olarak da Türkiye’nin operasyon başlatacağını göstermesi herkesi şaşırttı.

Trump, ülke içinde Cumhuriyetçiler dahil ABD’nin Suriye’deki Kürtler’i “sırtından vurmakla” eleştirildi, hem Amerika’da hem uluslararası camiada Türkiye’ye operasyonu hayata geçirmemesi çağrılarıysa sonuçsuz kaldı.

Aslında bir taraftan Erdoğan’ın YPG’yle ilgili söylediklerini destekleyen türden açıklamalar da yapan Trump, diğer taraftan da “Türk ekonomisini yerle bir ederim” gibi tehditler de savuruyordu. Trump, artan baskılar üzerine iki bakana yaptırım getirdi, ticaret görüşmelerini askıya aldı, operasyon tamamlanınca da bu yaptırımları kaldırdı.

Bu süreçte Trump’ın Erdoğan’a yazdığı bir mektup çok tartışma yarattı. Erdoğan’a “yeşil ışık” yaktığı şeklinde artan eleştiriler karşısında, “Bakın Erdoğan’a operasyonu yapmaması için baskı yaptım” dediğini göstermek için mektubun basına sızdırıldığı yorumları yapıldı.

Diplomatik teamülün çok dışında bir dille yazıldığı görülen mektupta Trump’ın Erdoğan’a “Sert adamı oynama. Aptallık etme” şeklinde hitap etmesi ve Türkiye’nin terörist olarak gördüğü SDG komutanı Mazlum Kobani’nin mektubunu iliştirmesi çok tartışıldı.

Erdoğan daha sonra Washington ziyaretinde Trump’a bu mektubu iade ettiğini açıkladı. Operasyonun durdurulması, ABD’nin aralarında Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun da olduğu alışılmışın üstünde seviyede bir heyeti süratle Türkiye’ye göndermesi ve görüşmeler neticesinde bir anlaşmaya varılmasıyla sağlandı.

Anlaşma, YPG’nin 30 kilometre güneye çekilmesi karşılığında Türkiye’nin operasyonunu durdurmasını öngörüyordu. Daha sonra Türkiye’yle ayrı bir anlaşma imzalayan Rusya da denklemin içine girdi. Özellikle Kongre’den Türk ordusunun ve bilhassa da sahada desteklediği savaşçıların bölgede savaş suçları işledikleri, hatta kimyasal silah kullanıldığı yönünde suçlamalar yapıldı.

Amerika’da özellikle Kongre’de SDG komutanı Kobani’yi öven açıklamalar, hatta Kobani’nin Beyaz Saray’a davet edileceği yönündeki haberler Ankara’da öfke yarattı.

“Türkiye’nin müdahalesinin en büyük kazananı Rusya ve Suriye rejimi”

Brookings Enstitüsü uzmanı Amanda Sloat’a göre Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusuna askeri müdahalesinin en büyük kazananı Rusya ve Suriye rejimi olmuş gibi görünüyor.

Sloat, “Bence Türkiye’nin müdahalesinin en büyük kazananı Rusya ve Suriye rejimi olmuş gibi görünüyor. Suriyeli Kürt güçler tarafından kontrol edilen ve Amerikan ordusunun sahada varlık gösterdiği önemli miktarda toprak parçası vardı; şimdi gördüğümüzse ABD büyük oranda sahadan çekiliyor ve Rusya’nın desteğini alan rejim güçleri buralara yerleşiyor” dedi.

Erdoğan’ın Washington ziyareti

Tüm bu gerilim ortamında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iki buçuk yıl aradan sonra 13 Kasım’da Washington’a ilk ziyaretini düzenleyerek, Trump’la Beyaz Saray’da saatler süren bir görüşme yaptı.

İki liderin görüşmesi sürpriz bir buluşmaya da sahne oldu, Türkiye’yi özellikle son dönemde sert eleştiren beş etkili senatör de Trump-Erdoğan görüşmesinin bir kısmına katıldı.

Washington Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Soner Çağaptay’a göre, bu görüşme Kongre’den Türkiye hakkında daha da sert tasarıların geçmesini engellemiş olabilir.

İncirlik yine gündemde

Ancak nihayetinde Türk-Amerikan ilişkilerinde genel anlamdaki olumsuz tablo, basın toplantısındaki sıcak mesajlara rağmen, görüşmeden önce neyse sonrasında da aynı düzeyde seyretmeye devam etti.

Hatta Kongre’den birbiri ardına yaptırım paketleri hazırlanması ya da geçmesini Türkiye’den İncirlik’in kapatılabileceği yönünde gelen tehditler izledi. İncirlik iki ülke ilişkilerinde hemen her gerilim döneminde ara ara gündeme gelen bir konu.

Amanda Sloat’a “Türkiye gerçekten de İncirlik’i kapatabilir mi?” diye sorduk. Sloat'ın yanıtı “Bence bu devam eden tehditler, Amerika’yı Türkiye’de ne kadar askeri unsur bulundurmak istediği yönünde yeniden bir değerlendirme yapmaya itiyor. ABD’nin zaten Yunanistan, Ürdün gibi komşu ülkelerle, bölgedeki diğer müttefiklerle savunma işbirliğini güçlendirmeye başladığını görüyoruz. Bu tehditler nihayetinde Amerikalılar’ın Türkiye’den bazı unsurlarını çekme kararı vermesine yol açabilir” şeklinde oldu.

VOA Türkçe’ye konuşan Soner Çağaptay da Amerikan ordusunun uzun süredir İncirlik’e alternatif olacak üsler konusunda çalışma yaptığına dikkati çekerken, “Aslında bu belki de Amerikan askeriyesinin kalıcı biçimde Türkiye'den çıkışının yolunu da açabilir. 1950'lerde başlayan bu Soğuk Savaş’ta Rusya ve komünizme karşı oluşmuş olan ilişkinin belki de neticelendiğini görebiliriz. Amerika çıktığı takdirde bir daha geri dönmeyebilir” diye konuştu.

S-400 krizi

2019 yılında Türkiye-ABD ilişkilerinin en çok konuşulan konusu Türkiye’nin Rusya’dan S-400 alımıydı. Bu satış yüzünden ABD Savunma Bakanlığı Pentagon Türkiye’yi F-35 uçaklarının ortak üretimi ve satışı programından çıkardı. Türkiye’ye daha önce teslim edilen 4 adet F-35 uçağının da ABD’den Türkiye topraklarına transfer edilmeyeceği açıklandı.

Türkiye tüm bu baskılara rağmen S-400 sistemlerinin ilk parçalarını geçen yaz teslim almaya başladı. Ankara sürekli olarak “Biz Amerika’dan bu sistemi almaya çalıştık ama vermediler, bizim de ihtiyacımız var dolayısıyla Rusya’ya yöneldik” türünden mesajlar verdi.

ABD Başkanı Trump’ın da bir önceki Obama yönetimini Türkiye’ye Patriot satmamakla eleştirmesi Ankara’yı bu tezinde cesaretlendirdi.

Ancak Obama döneminin Dışişleri Bakanlığı müsteşar yardımcılarından Amanda Sloat’a göre, Ankara’nın bu savunması tam da gerçeği yansıtmıyor: “Bu kesinlikle doğru değil. Obama yönetimiyle Türk hükümeti arasında - Kongre de dahil olmak üzere – Amerika’nın Patriot satma arzusu konusunda uzun görüşmeler yapılıyordu. Türkiye’nin ücret ve teknoloji transferi konusunda Amerika’nın karşılayamadığı belirli talepleri oldu. Dolayısıyla satışın koşulları üzerinde anlaşma sağlanamadı, Amerikan hükümetinin Patriotlar’ı satmayı reddetmesi gibi bir durum kesinlikle yoktu.”

Türkiye’yi Patriot almaya ikna etmeye çalışan Amerikan yönetimi hala S-400’lerin aktive edilmemesi gibi formüllerle soruna bir çözüm bulmaya çalışıyor.

Türkiye uzmanı Soner Çağaptay’a göreyse Türkiye tüm sert açıklamalarına karşın S-400 konusunda hala geri adım atabilir. Çağaptay, “Türkiye S-400 sistemini aldıktan sonra eğer bu sistemi açarsa, kullanıma koyarsa hem Amerikan yaptırımlarına uğrayacak, hem de TSK’ya çok önemli bir katkısı olacak olan F-35 uçaklarını alamayacak. Şimdi esas sıkıntı şu; Türkiye aslında belki de bu S-400 sistemini açmak istemiyor yaptırımlardan kurtulmak için, herhalde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Washington ziyaretinin bir sebebi de buydu. Bu konuda bir görüşmeydi” şeklinde konuştu.

Washington’da ‘Türkiye Rusya’ya mı kayıyor?’ endişesi

Tüm bu gelişmeler karşısında Washington’da Türkiye’yle ilgili en çok tartışılan sorulardan biri Türkiye’nin özellikle S-400 alımı, Suriye’de Moskova’yla birlikte hareket etmesi gibi gelişmelerin ardından NATO’dan uzaklaşıp Rusya’ya mı yönelmekte olduğu sorusuydu.

Türk-Amerikan ilişkilerini takip eden hemen herkesin kafasındaki soru buydu. Buna karşın Trump yönetimi, hatta yaptırım tasarılarının ardı ardına geldiği Senato’daki Cumhuriyetçi Çoğunluk Lideri Mitch McConnell, Türkiye’nin üzerine gitmede daha dikkatli olunması, Türkiye’yi Rusya’nın kucağına itecek adımlar atılmaması gerektiği yönünde uyarılarda bulunuyor.

Trump yönetiminin geçen günlerde Senato komisyonunda kabul edilen Türkiye’ye yaptırım tasarısında itiraz ettiği noktaları gösteren bir bilgi notu ABD basınında yer aldı.

Dışişleri Bakanlığı’nın Beyaz Saray’la da istişare ederek senatörlere gönderdiği 7 sayfalık mektupta, Türkiye’ye S-400 füze savunma sisteminden vazgeçmedikçe F-35 ve F-16 savaş uçaklarının ve parçalarının sevkiyatını yasaklayan, bazı silahların sevkiyatına sınırlama getiren, CAATSA’nın uygulanmasını öngören ve Halkbank’a yönelik yaptırım da içeren tasarının hangi maddelerine hangi gerekçelerle karşı çıktığı anlatılıyor.

ABD Savunma Bakanı Mark Esper de 11 Aralık’ta Kongre’de katıldığı bir oturumda, “Suriye ve Türkiye konusunda en büyük kaygım esasında Türkiye ve Rusya. Türkiye’nin NATO ekseninden uzaklaşıyor olmasından endişeliyim. Bana göre bizi bekleyen görev, Türkler’i tekrar NATO ittifakına nasıl çekebileceğimizin yolunu bulmak” diye konuştu.

Türkiye'nin NATO üyeliği

Türkiye’nin Rusya’ya mı kayıyor olduğu sorularını pekiştiren bir başka gelişme de yıl sonuna doğru NATO içerisinde yaşandı. Ankara YPG’nin terör örgütü olarak görülmesinde ısrar ederek NATO’da Baltık ülkelerine yönelik bir savunma planını engellemek istedi.

Nihayetinde Ankara planı veto etmedi ama YPG konusundaki ısrarını sürdüreceğinin sinyalini verdi. Ankara’ya karşı daha sertlik yanlısı bazı çevrelerse Türkiye’nin NATO üyeliğini sorgulamaya başladı. Yine de önemli bir kesim hala bu fikre destek vermiyor.

Amanda Sloat da bu tür çağrıları çok tehlikeli bulduğunu söylüyor: “Türkiye’nin NATO’yla ilişkilerinin yeniden değerlendirilmesi yönündeki çağrıları çok tehlikeli. Ülkelerin müttefiklere ihtiyacı vardır ve Türkiye eğer Batı ittifakının bazı yapılarından atılırsa ya da tam üye muamelesi görmezse o zaman kesinlikle yüzünü başka taraflara çevirecektir.”

Nihayet Ankara’ya büyükelçi atandı

2019’un ilişkiler açısından önemli bir gelişmesi de iki yıla yakın süredir Ankara’da maslahatgüzar seviyesinde temsil edilen ABD’nin nihayet bir büyükelçi atamasıydı.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın deneyimli diplomatlarından David Satterfield ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi olarak Haziran ayında Senato’nun onayını aldı ve görevine resmen başladı.

Satterfield güven mektubunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunduktan sonra ilk mesajını Twitter üzerinden verdi: “Amerika Birleşik Devletleri’ni Türkiye’de temsil etmekten onur duyuyorum. Hükümetim, NATO müttefikimiz ve ortağımız Türkiye ile aramızdaki önemli ilişkiyi güçlendirmekte kararlıdır."

2020’de neler bekleniyor?

Türkiye ve ABD ilişkileri açısından zor geçen bir yılı daha geride bırakıyor. Birçok uzmana göre, aslında iki ülke arasındaki esas mesele tek tek konulardan çok karşılıklı güvenin bozulması ve iletişim eksikliği.

Amanda Sloat, “İki tarafta da ‘kısasa kısas’ yaklaşımlarını çok fazla görüyoruz, eğer bu döngüye son veremezsek işler kontrolden çıkmaya başlayabilir” diyor.

Ancak Sloat yine de 2020’den umutlu: “Ben sağ duyunun üstün çıkacağından umutluyum. Bence her iki ülkenin kurumları ve halkları arasında hala ilişkilerin iyi olması yönünde bir arzu var. Gerilimi tırmandırıcı karşılıklı misillemeler yerine ilişkilerdeki sorunları masaya yatıracağımız diplomatik kanallara geri dönmek çok önemli.”

Şimdi yeni yılda ilişkilerde öne çıkacak kritik konular arasında New York’ta devam eden Halkbank davası olabilir. İran yaptırımlarını delmekten dolayı ABD Maliye Bakanlığı’nca bankaya ceza getirilip getirilmeyeceği sorusu ilişkilerin gidişatı açısından belirleyici önem taşıyacak.

Türkiye’ye olası bir ekonomik yaptırımların Türkiye’yi de aşabilecek kapsamlı sonuçları olabileceği yorumları geniş kesimde kabul görüyor.

Bunun yanında giderek ısınan Doğu Akdeniz ve Libya konusu da yeni yılda ilişkilerin gündeminde ön sıralara çıkabilir.

Şimdi herkesin sorduğu soru şu: 2020’de sorunlara yeni sorunlar mı eklenecek, yoksa sağduyu nihayet üstün gelecek ve gerilimlere ‘artık dur’ mu denecek?

XS
SM
MD
LG